[anadolu home] [contents] [by authors] [by category] [subscription]
Volume 8, No 1, Spring 1998 [back]

Tatil Bitti

Yusuf Yazar

(yusuf@turnet.net.tr)

En az bir yüz yildir bir tüneldeyiz. Baslangiçta bu tünele girmemizde etkin olan sey kendimizi Bati karsisinda zayif ve yenik bulmus olmakti. Necip Fazil bey düsüsümüzün baslangicini --Abdulhakim Arvasi'nin düsüncelerine de atifta bulunarak-- Kanuni dönemine kadar geri götürür. Tanzimat'a kadar olan sey askimizi ve vecdimizi kaybetmeye baslayistir. Yine Necip Fazil beyin tanimiyla bu dönemde Islami ruh ve düsünce saf bir ask ve berrak bir vecd olmaktan çikmis sahsi ve keyfi tesirlere açik ölü kaliplar haline gelmistir. Ve kuskusuz düsüsümüzün bu ilk safhasi idari mekanizmanin merkezinde, saray ve çevresinde meydana gelir. Yani bozulma iktidarin ve zenginligin --ki her ikisi de azginlik ve bozulma için en etkin faktördür-- zirve oldugu yerde basladi. Birçok arastirmada tesbit edilmis oldugu gibi, kendimizi yenileme ve güçlü kilmak için yaptigimiz tesebbüsler belli bir çözülüs süreci içerisinde bir komplekse dönüsünce kendi kimligimiz konusunda kuskuya düstük, ve giderek kimligimizin taninmazlastigina tanik olduk. Ve sonra, adeta sonu gelmez bir düsüsün ya da kaybedisin hikayesini yazmaya basladik. Batililasmayi ideal edinmis kadrolar elinde tümüyle yabancisi oldugumuz sulara sürüklendik. Bir tünelde olduklarinin farkinda olanlarin kendi kimligini, bir baska deyisle isigi arayislari 'geriye dönüs arzusu' olarak algilandi son dönemlerin 'yerli' olana yabancilasmis --ama yabancilara da benzemeyi becerememis, yabancilarin degerleriyle kendilerini donatmayi bilememis-- aktörlerince. Yakin geçmiste, eskilerin yalanci fecir olarak isimlendirdikleri isimanin baslar gibi oldugu belli dönemleri yasamis olsak da yasadigimiz cografyaya ait son fotograflar isigi yakinda görecek oldugumuza dair güçlü bir isaret vermiyor. Ama bu tünelde umudun piriltisinin hiç kaybolmamis oldugunu görmezlikten gelmek mümkün mü? Unutulmamasi gereken bir diger gerçekse hiç bir tünelin sonsuz uzunlukta olamayacagi. Yine eskiler --umudun azaldigi dönemlerde 'eskiler' sikça anilir, ve kendilerine atifta bulunulur-- umutsuzlugun yokedici etkisini kirmak için olacak, haddini asan bir seyin ziddi olan seye dönüsecegini vurgulamislardir. Nitekim, on yillarca tartisilamaz bir tabu olarak kalmis olan çagdas ya da Batili olma kavramlarinin muhtevalarinin batili ya da çagdas olmakligi putlastiranlar nezdinde de artik tartisilir hale gelmis olmasi umudun bir ütopya olmadiginin görünür kanitlarindan birisi. Yine de, sunu unutmamali: Tünelde kalisimizin uzun sürmesi disimizdaki sebeplerden çok, bizim bunun gerçeklestirilmesi için gerekli kaliteyi yakalayamamis olusumuz dolayisiyladir. Ve bize de daha çok bu boyutun üzerinde durmak yakisir.

Bir ilk tesbit: Henüz 'kalk' borusunun çalinacagi bir vasatin sartlarinin tam olarak olusmadigi anlasilmis oldugu gibi, 'kalk borusu'nu çalabilecek nitelikte birisinin ya da birilerinin de zuhurundan uzak oldugumuz anlasildi.

'Iyi insanlar iyi atlara binip gittiler'. Bizse 'kaldik daglar basinda'. Ve yeniden bir bekleyis, çürüklerden arinis, kaliteyi arayis dönemi. Derinlik ve olgunlukta, öte kaygisinda, bakista ve degerlendiriste, tavirda ve estetikte, sözde ve sazda, irfan ve incelikte, usulde ve bilgide, kalipta ve özde en uç kalitelere yönelmek. Otuz yildir tedavülde olan ve bir kapatilmayla hiçbir kiymeti harbiyeye sahip olmadigi bugün çok daha iyi görülmüs olan hazir formülleri çöplüge atip yeniden idrak çilelerine dönüs. Parola: kalite. Isyanda bile kalite.

Düdük çaldi. Tatil bitti. Fincandaki görüntüler yakin gelecegin sikintilarla dolu oldugunun isaretlerini veriyor. Ama, bu sikintili dönem bize yeniden 'biz' olmanin sansi ve imkanini da sunuyor.


Türkiye gibi, batililasmanin ufuktaki hedef olarak konuldugu bir ülkede ve hem de Bati'nin uyarilarina ragmen ülkenin önde gelen bir siyasi partisinin kapatilmasi olayi kuskusuz ki siradan ve tek basina bir olay degil. Bir refleks sistemik güçleri harekete geçirdi. Sistem kendisini tehdit altinda görüyor. Bu tehdit ne kadar gerçektir, ve sistemin tepki ve tedbirinin neleri kapsayacak oldugu ayri tartisma konusudur. Ama bu dönemin hemen tüm yaklasimlarin ve deger hükümlerinin yeniden gözden geçirilip degerlendirilecek oldugu bir dönem olacagini düsünmek --belki biraz da böyle olmasini umuyoruz-- çok yanlis olmasa gerektir. Bizi temsil ediyor iddiasindaki bir partinin hakli ya da haksiz nedenlerle kapatilmasinin dünyanin sonu olmadigi çoktan anlasildi. Baska 'kapatmalar' ya da 'açma'larla da karsilasma ihtimalimiz yüksek. Neyse ki bu tür baskilarin yabancisi degiliz. Bu tür baskilarin da olgunlastirici, saflastirici bir rolü oldugunu biliyoruz. Otuzbes sene önce Refah Partisi ya da onun halefi bir parti ortada yoktu, ama dindarlar yine belli bir iddianin sahibi, belli bir 'dava'nin mensubuydular. O dönemlerde Necip Fazil beyin bir dizesi dillerdeydi: "Sanma bu tekerlek kalir tümsekte". Umudu tüketmek olmaz. Çok tümsekler görmüs olan bu tekerlek bu 'tümsek'te de kalmaz. Onbes yil kadar sürmüs olan bir tatilden aniden dönmüs olmanin karisikligi ve saskinligi çok sürmez, geçer.

Olup biteni degerlendirirken 'hirsizin hiç mi suçu yok' gerçegini hatirlamamak bir kayip sayilmamalidir. Hatayi ve sorumluyu disarida aramak bize her zaman kaybettirici bir aliskanlik, bir kaçistir. Asil suç hirsizda olsa bile hatayi kendimizde aramaksa olgunlastirici ve kazandirici. Tüm basarisizliklarimizi Israil'e fatura etmenin benzeri bir kaçisin önünü pesinen tikayalim: Asil suç bize ait. Asil sebep her anlamda ve alanda sahip olmamiz gereken kaliteyi yakalayamayisimiz. Israil'in kendisine yakisani yapmasi kadar dogal bir sey olamaz. Yasadigimiz yerin fotografini çekip yorumlamaktan acizsek altimizin oyulmasi için bir baska seye ihtiyaç kalmaz. Gökteki yildizlarla ilgilendigimiz kadar üzerinde yürümek istedigimiz yolun çukur ve tümseklerinin de farkinda olmamiz gerekiyor. Yetmis yillik 'kâni' henüz 'yani' olmus degil.

Su sorular üzerinde de kafa yormali. Biz gerçekten özgürlükçü demokrasiyi (yalnizca demokrasiyi degil) istiyor muyuz? Biz gerçekten insan haklarindan ve özgürlüklerden yana miyiz? Seffafliga gerçekten de 'evet' diyor muyuz? Bu sorulari tartisip cevabi önce kendimiz için, kendimize olan saygiyi yitirmemek için bulmak zorundayiz. Su andaki görüntü, demokrasi ve insan haklarindan yana olmakligin, kendini köseye sikistirilmis bulmanin bir sonucu oldugu izlenimini vermektedir (en azindan Refah Partisi'ni temsil edenler söz konusu oldugunda bu böyle görünüyor). Biz, hangi partiyi kendisine yakin bulursa bulsun --kendi adima bizi temsil iddiasindaki tek bir partinin varligindan yana degilim; hiç degilse bundan böyle yumurtalarin tek bir sepette bulunmasi arzu edilmemeli-- dindar çevrelerin ilke olarak özgürlükçü demokrasiden, insan haklarindan ve seffafliktan yana olmalari ve bu tutumlarini tutarli bir biçimde israrla sergilemeleri gerektigini düsünüyoruz.

Zor günlerden geçtigimiz dogrudur. Türkiye aslinda bir yüz yildir zoru yasiyor. Seçimini yapamamak ya da netlestirememek zoru yasamak zorunda kalisin önde gelen nedenidir. Zoru yasiyor da olsak bir kusatilmislik kompleksi içine girmekten kaçinmak durumundayiz. Bu topraklarda asil oldugumuza inaniyoruz (kaldi ki kendimizin bir cüz oldugunu varsaysak da ayni inanç ve kararlilikla davranmak inancimizin bize buyrugudur). Dindarlarsa her hal ve durumda farkli siyasi partiler ve organizasyonlar vasitasiyla taleplerini sivil yollarla ifade etmeyi sürdüreceklerdir. Bir kapi kapanir, bir kapi açilir. Bu, bir parti için de böyle, filan okullar için de böyle. Dahasi, bir müessesenin kapatilmasi o müessesenin kendisini radikal bir biçimde yenilemesinin yolunu da açabilir.

Sözün özü: Tatil bitti. 'Simdi yeni sözler söylemek lazim'.


©1998 anadolu
This article can be reproduced provided that full credit is given to anadolu
Bu yazi anadolu'ya atif yapilmak kaydiyla kopyalanabilir.

For your comments / Yorumlariniz için anadolu@wakeup.org
Please reference the article title, volume, and number
Lütfen yazi basligi, cilt ve numarayi belirtin