[anadolu home] [contents] [by authors] [by category] [subscription]
Volume 6, No 2, Summer 1996 [back]

Insan, Bilim ve Din Iliskisi

Zeki Eker

Insanin karsi karsiya oldugu iki gerçeklik vardir. Bunlardan birisi bilim adamlarinin "evren" dedigi, insanlarin da vücutlariyla içinde bulunduklari cismani alem, yani fizik dünyadir. Digeri de her insanin düsündügü, hayal ettigi, inandigi, duygulari ile yasadigi kendi özel dünyasidir. Birinin madde, digerinin madde olmamasi gerekçesiyle birbirinden bagimsizmis gibi görünen bu iki dünya arasindaki etkilesme süphesiz bir gerçektir. Fizik dünyada olan bir olay, haber bile olsa kisinin özel dünyasini etkiler, onu üzer, sevindirir veya korkutur. Hatta hayalindeki dünyanin yapisini tamamen degistirebilir. Öte yandan insanin iç dünyasinin etkilerini dis dünyada görmek de mümkündür. Bunlar bize yollar, köprüler, binalar olarak gözükür; sanat ve teknoloji harikalari bu gerçegi açikça ilan eder.

Her iki dünyanin da bilgisi insan için hazir degildir. Iç dünya ögrenmeyle birlikte sekillenmeye baslar. Öte yandan dis gerçekligi kavramak da iç dünyanin sekillenmesine baglidir. Kendi benliginin ve ayni zamanda dis gerçekligin bilincine ermis her insan, varliklar içinde kendi konumunu merak eder. Bu da onu insan nedir, hayat nedir, insan ile iletisimi olan varliklarin, yani evrenin ve evren içindeki olaylarin bir anlami, bir amaci var midir gibi daha bir çok soruyla karsi karsiya getirir. Bu tür sorular insanligi ilgilendiren temel kozmolojik sorulardir. Açikgenç[1] herkesin bir dünya görüsü oldugunu ve bu dünya görüsü içinde kisi farkinda olsun veya olmasin, ifade edebilsin veya edemesin bu kozmolojik sorularin mutlaka cevaplandigini söyler.

Insanlarin dis gerçeklikle ilgili bilgileri her zaman eksiktir. Dünya görüslerindeki tutarsizliklar ve çeliskiler bir bakima bu eksikligin habercisidirler. Öyle ki dünya görüslerindeki tutarsizligin veya detaylarindaki eksikligin farkina varan bazi insanlar tutarli ve güvenilir bilgi üretmenin yollarini aramislardir. Böylece sistematik, kendi içinde tutarli bilgi üretme faaliyeti olarak tanimlayabilecegimiz bilim ortaya çikmistir. Bununla beraber bilim, henüz bütün özellikleriyle birlikte tam olarak anlasilmis bir kavram da degildir. Günümüz bilim felsefecilerinden Feyerabend[2] "Bilim felsefesi ile ilgilenen her ekol bilimin ne oldugunu, nasil çalistigini farkli sekillerde anlayip anlatmaktadirlar. Buna ek olarak bilim adamlarinin, politikacilarin ve kamu adina konustugu iddiasinda olan muhtelif kimselerin de görüsleri vardir. Bilimin tabiatinin hala karanliklar içinde oldugunu söylersek gerçegi büyük ölçüde dile getirmis oluruz" demektedir.

Bilimin objektif bir tarifinin yapilamamasi bizleri farkli bilim anlayislariyla karsi karsiya birakir. Hemen belirtelim, bilim anlayisi sadece "bilim" sözcügünden kisinin ne anladigi degil, bilim adamlarinin bilim yapmaktaki amaci, bilimin sonuçlarini anlama ve kullanma tarzi ve hatta dünya görüsü içinde bilime biçilen tüm degerler sistemi olarak anlasilmalidir. Yapilan arastirmalar, edinilen bilgiler açisindan bilimin kimligi tek olmasina ragmen bilim anlayisi kisiden kisiye çok farkli olabilir. Bununla beraber etkilesen fertler çesitli toplum düzeylerinde toplumlarin bilim anlayislarini da olusturabilirler. Bilim anlayisi fertten ferde, toplumdan topluma degisebilecegi gibi zamanla da degisir.

 

Rönesanstan sonra gelisen bugünkü Bati bilim anlayisinin bir çok temsilcisi bilimin antik Yunan medeniyetiyle basladigini iddia eder. Örnegin, "Gerçek anlamda bilim, gözlemlerimizi açiklama, evreni anlama ihtiyacinin belirdigi noktada baslar. Böyle entellektüel ilginin izine ne Misir'da ne de Mezopotamya'da rastlamaktayiz [...] Oysa evreni anlamak ihtiyaci Yunan düsüncesinin belirgin özelligidir"[3]diyen Cemal Yildirim'in sözlerinde bu durum gayet açiktir. Bu bilim anlayisina göre, bilim Yunan medeniyetinde baslatmak, daha önceki insanlarda gözlemleri yorumlama, evreni anlama ihtiyacinin olmadigini söylemektir. Oysa kozmolojik sorular sormak, dünya görüsü olusturmak insanin en temel özelligidir. Üstelik, tarih, arkeoloji ve antropoloji, tarih öncesi insanlarin bile gözlemlerden kaynaklanan dünya görüsleri oldugunu açikça ilan etmektedir.

Bati bilim anlayisinin bilimi antik Yunanla baslatmak istemesini anlamak zor degildir. Çünkü mevcut belgeler materyalist, rasyonalist tanritanimaz bugünkü Bati benzeri dünya görüslerinin o devirde ortaya çiktigini gösterir. Thales'in (m.ö. 600) kurdugu Iyonya okulu materyalist, daha sonra güney Italya'da (m.ö. 530 siralari) Ege kiyilarindan gelen Pisagor'un liderliginde bir gurubun kurdugu Pisagoryen gelenegi ise rasyonalisttir. Tarih sahnesine ilk defa çikan bu materyalist ve rasyonalist dünya görüsleri öyle görülüyor ki, saçmalik ve çeliskilerle dolu mitolojik dünya görüslerine rakip olarak çiktilar. Böyle bir olayin daha önceki medeniyetlerde olmamasini bu türlü fikirlerin yokluguna degil, bu tür fikirlerin taraftar bulamayip gelisememesine bagliyabiliriz. Çünkü, yazinin olmadigi devirlerde dilden dile, nesilden nesile aktarilan ancak itibar görmüs, sayginlik kazanmis dünya görüsleriydi. Bir toplumun genel inancinin disinda kalan bu yüzden kisisel olmanin ötesine geçemeyen görüsler, ancak yazinin icadindan sonra gelisme imkani bulabilirdi. Yunanlilardan önce Misir ve Babil'de yazi vardi ama o kadar gelismis degildi. Üstelik okuma yazma din adamlarinin elindeydi. Onlar da ya yönetimi ellerinde tutuyorlardi veya yönetimle isbirligi halindeydiler. Bu kimseler zaten toplumdaki mevcut inanci körükleyen ve menfaat uman insanlardi. Yunanlilarin Misir ve Babil'den degisik, kendi hayat sartlarina uygun bir toplum düzeni vardi. Küçük sehir devletleri halinde veya kolonilerde yasiyorlardi. Yazilarinin ifade kabiliyeti hem daha iyi, hem de toplumlarinda okuma yazma orani daha yüksekti. Böylece yazili bir fikir nesiller sonra bile destek bulma imkanina sahipti.

Yunanlilarin bir baska önemli avantajlari daha vardi. Astronomi, matematik, geometri ve tip gibi bilim dallarinin temelleri daha önceki medeniyetlerde atilmis ve bir bilgi birikimi olusmustu. Yunanlilar bu mirasa sahip çiktilar. Öte yanda, daha önceki dönemlerde materyalist, rasyonalist dünya görüsü olusturabilecek yeterlilikte olmayan bu bilgi birikiminin olgunluk dönemine Yunan medeniyetinde ulastigi söylenebilir.

Yunan bilimi Atina okulunda Eflatun (Plato) (m.ö. 400) ve talebesi Aristo (Aristotle) (m.ö. 350) ile en olgun dönemini yasadi. Tanrilarin kontrolündeki bir dünyanin tutarsizliklarindan, çeliskilerinden kurtulmak, tanrisi olmayan, içinde insanin hür oldugu bir dünya görüsü gelistirmek amaciyla ortaya atilan materyalist ve rasyonalist dünya görüsleri Eflatun ve Aristo'dan sonra bir Tanri'yi kabul etmek zorunda kaldi. Eflatun evrenin bir tanrisal gücün tasarladigi rasyonel bir plana uygun kuruldugunu söylüyordu. Evreni iç içe küreler seklinde düsünen Aristo dünya evrenin merkezindedir diyordu. Böylece ayi, günesi , gezegenleri ve yildizlari tasiyan küreler dünyanin etrafinda dönüyordu. Bu yüzden evren sonlu olmak zorundaydi. Ezeli ve ebedi olarak düsünülen bu evrenin kendine has yasalari vardi. Newton (1687) dönemine kadar geçerliligini koruyan Aristo fizigine göre, cansiz cisimlerin hareketi için, atin bir arabayi hareket ettirmesi gibi hareket ettirici sartti. Bu yüzden Tanri, gökleri hareket ettiren, döndüren ilk hareket ettirici "prime mover" olarak gerekliydi.

Yunan bilim gelenegi, Helenistik dönemde Iskenderiye okulunun kurulmasiyla (m.ö. 200'lü yillar) daha da gelisti. Bu okul Atina okulunun bir çesit devami gibiydi. Bu okulda yeni bir dünya görüsü ortaya atilmadi ama büyük bilimsel hamleler gerçeklestirildi. Öklit ve Arsimet bu okulda yetisti. Aristo dünyanin yuvarlak oldugunu felsefi çikarimla söylemisti ama bu okulda yetisen Eratosthenes (m.ö. 200) dünyanin yariçapini ölçmeyi basardi. Bu okulun ses getirmis son temsilcileri fiziksel bilimlerde Ptolemy (Batlamyus) (m.ö. 150) ve tipta Bergama'li Galen'dir (m.ö. 200).

 

Batlamyus ve Galen'den sonra bilimsel faaliyetler iyice durmus, hatta Batililarin nazarinda uykuya yatmistir. Yunanlilarla kontak halinde olan Roma imparatorlugu Hristiyanligi resmi din olarak kabul etmeden önce bile, bilime gerekli ilgiyi göstermedi. 300 lu yillardan sonra Hiristiyanligin etkisiyle bilim aleyhtarligi basladi. St. Augustine[4] (354-430) "tanri dogayi insan için yaratmistir" diyor ve tüm evrenin amaç ve kökeninin ruhsal oldugunu ileri sürüyordu. Öte yanda aziz Ambrose[4] "Dogayi ve evren içindeki yerini tartismak bize öteki dünyada hiç bir yardim saglamaz" diyordu. Yunan felsefi gelenegini sürdürenlere "pagan" deniyor ve bilimsel faaliyetlerle dalga geçiliyordu. Dünya nasil yuvarlak olabilirdi? Dünyanin ötesi diye bir sey olamazdi! Çünkü o zaman Isa'nin oradaki insanlar için tekrar kurban edilmis olmasi gerekirdi. Insanlarin tepesi asagi yürümesi, yagmurlarin karlarin asagidan yukariya dogru yagmasi nasil mümkün olurdu! Neredeyse bilime savas açilmisti. M.S. 389'da Piskopos Theopillus[5] Iskenderiye'deki ünlü kütüphanenin büyük bir bölümünü tahrip etmistir. Oysa Hiristiyanlik dünyasi bu kütüphanenin m.s. 640 yilinda Müslümanlarin eline geçmesiyle yok edildigini söyler. Atina okulu ise m.s. 529'da Justinian tarafindan resmen kapatildi.

Hristiyanlik dünya görüsü, Yunan medeniyetinde oldugu gibi gözlemleri yorumlama, rasyonel akil yürütme gayretleriyle ortaya çikmamistir. O tarihi açidan Judaizm (Musevilik) geleneginden dogmustur ama Judaizm'den farkli olarak onda insanin maddi yönünü bütünüyle ihmal eden, sadece ruhsal, manevi ve duygusal yanini vurgulayan görüsler hakimdir. Vücut temizligi degil, ruh temizligi önemlidir. Ideal insan bu dünyaya degil melekler alemine aittir. Melek gibi olanin süfli dünya isleri olmaz. Bu yüzden rahiplere ve rahibelere evlenmek yasaklanmistir. Insanlar bu dünyaya günahlarini ödemek için gelir. Her dogan insan günahkar olarak dogar. Çünkü herkesin Adem ile Havva'nin cennetten atilmasina sebeb olan o ilk günahtan hissesi vardir. Kurtulus Isa'yi veya onun yeryüzündeki temsilcilerini tanimak ve teslim olmakla mümkündür. Görüldügü gibi, kozmik sorulara cevaplar üreten bu temel prensipler, bilimsel gelenekle bagdasamaz durumdadir.

 

Inançlar sisteminin benzerligi sebebiyle Islamiyet ve Hiristiyanligi ayni sekilde degerlendirenler su önemli noktalari gözden kaçirirlar: Kur'an ve hadislerin ilk devir Müslümanlarina vermis oldugu dünya görüsü ve hayat anlayisi karsilastirilirsa Hiristiyanlikla taban tabana zit oldugu görülecektir. Insanin maddi yani Islamiyette ihmal edilmez. Ruh temizligi kadar vücut temizligi de önemlidir. Ibadetlerde gusül ve abdest sarttir. Ideal insan bir melek degil, diger canlilar gibi arzulari, ihtiyaçlari olan ama Allah'i unutmayan, böylece duygularini ve nefsini kontrol edebilen insandir. Kim olursa olsun her dogan günahsiz dogar. Insanlar bu dünyaya kendilerine ebedi bir hayatta kullanmak için verilen duygulari ve kabiliyetleri gelistirmek için gelirler. Dünya, ahiret için ürün veren bir tarla veya insani ebedi hayata hazirlayan bir talimgah ve egitim alanidir. Kurtulus için insanlarin Hiristiyanlikta oldugu gibi bir araciya ihtiyaçlari yoktur. Akil (rasyonel düsünme) ve kalp (duygular ve sezgi) insanin iki rehberidir. Insanlarin aklina ve kalbine hitap eden, yani evrendeki olgu ve olaylara dikkat çekip insanlari bakmaya, düsünmeye, duygulanmaya ve sonuçta yorum yapmaya sevkeden ayet ve hadisler burada sayilamayacak kadar çoktur.

Müslümanlar kendi dünya görüslerini, Kur'an ayetleri ve hadisler isigi altinda Yunan bilimiyle karsilasmadan önce saglam bir sekilde olusturmuslardi bile. Bu dünya görüsünde evrenin detayli bir haritasi yoktu ama insanin kozmoz içindeki yeri ve rolü tutarli ve anlamli olarak anlatiliyordu. Dogayi ve isleyisini anlamak amaciyla gözlem yapmak ve yorumlamak olarak tanimlanan bilimsel anlayis zaten bir Müslümanin inancinin dayanak noktasiydi. Bu yüzden Müslümanlar Hiristiyanlarin aksine bilimi reddetmeyip tam tersine sahip çiktilar. Ancak Müslümanlarin getirdigi bilim anlayisi Yunan bilim anlayisini asar. Örnegin 800'lü yillarin basinda yasayan Kindi "ilim varligin hakikatini bilmektir" der. Bu ifadeye göre evrenin yapisini ve isleyisini ögrenmek, hakikaten bilmek için ancak bir araç ve adim olabilir, nihai bir amaç olamaz.

800'lü yillarda tercümelerle baslayan bilimsel faaliyetler, Müslümanlarin orijinal katkilariyla 12. yüzyila kadar faal ve çok üretken bir dönem yasadi. Islam dünya görüsü isiginda gelisen bilimsel gelenek, ayni sekilde 12. yüzyilda Arapçadan Latinceye tercümelerle Ispanya ve Italya kanaliyla Bati Hiristiyanlik dünyasina ulasti. Cabir bin Hayyan'in simyasi, Harizmi'nin cebiri, Ibni Sina'nin Kanun'u (tibbi ve felsefesi), Ibni Heysem'in optigi ve Öklit, Arsimet ve Batlamyus gibi Yunanli yazarlarin orijinal eserleri Arapçadan Latinceye çevrilen eserlerden sadece bir kaç tanesidir. Batili düsünürler Yunan gelenegini, özellikle Aristotle'i toplumlarina kabul ettirebilmek için Farabi'nin, Ibni Sina'nin, Ibni Rüsd'ün fikirlerini kullandilar, eserlerinden yararlandilar. Descartes dahil, bir çok Batili düsünürün Gazali'den nasil etkilendigini M. M. Serif[6] delilleriyle anlatir.

 

Baslangicinda Avrupa'daki bilim Islam bilim anlayisiyla uygunluk gösteriyordu. Bati biliminin kuruculari Bacon, Copernicus, Galileo, Kepler, Newton, Descartes ya rahiptiler veya inancinda sadik birer dindardilar. Newton'un (1642-1727) yerçekimi ve hareket yasalarini ilan ettigi "Principia" kitabinin üçte biri bütünüyle evrenin ve yasalarinin teolojik (ilahi) açiklamalarina ayrilmisti. Fakat bu bilim anlayisi uzun sürmedi. Newton'cu yasalarla dünyanin günesten koptugu teorisini ortaya atan Laplace (1749-1827), Napoleon'un "bu teoride tanrinin rolü nedir?" sorusuna karsilik "öyle bir varsayima gerek duymadim" cevabiyla yeni bir dönemi baslatti. Bu tanritanimazligi prensip edinen yeni bir bilimsel anlayis çagiydi. Aristo'nun evreninde göklerin hareketi için tanri zorunluydu, çünkü hareket için hareket ettirici sartti. Fakat simdi Newton'un birinci yasasi bu hükmü kaldirdi. Hareket için hareket ettirici sart degildir artik. Hareket maddenin dogasinda vardir. Aristo evreni sonlu olmak zorundaydi. Çünkü yildizlar küresi dünyanin etrafinda dönüyordu. Ama Kopernik'in evreninde günes merkez oldu. Böylece yildizlar bir küre üzerinde degil her yere dagilmis olabilirdi. Evren sadece zaman içinde sonsuz düsünülüyordu, simdi evreni mekanda da sonsuz düsünmek mümkün oldu. Evren içindeki madde ve maddeyi hareket ettiren yasalar ezeldenberi hep var kabul edildi. Newton baslangiç sartlarinin ve hareket yasalarinin belirleyicisi olarak Tanriyi kabul etmis ve imanini kuvvetlendirmisti. Ama ayni evren görüsü ve ayni bilgiler inanmak istemeyenlere firsat tanimisti. Tanrisiz bir evren düsüncesi, Thales'le (m.ö. 600) baslayan Iyonya'li bilginlerin olusturmak istedikleri dünya görüslerinin temel özelligiydi. Bu eski Yunan düsüncesi Bati bilim anlayisi olarak yeniden ortaya çikti.

Hume ve Kant'in kritiklerinden sonra Bati bilimi metafizigi bütün bütün reddetti. Bu Bati bilim anlayisini daha da daraltti. Böylece deneyle ve gözlemle ispatlanamayan olaylar ve olgular bilimin konusunun disina itildiler. Bu da ispatlanamayan, dogrulanamayan seylerle ugrasmanin anlamsiz oldugunu ifade eden pozitivizm anlayisini dogurdu. Tanri ve ahiret inanci rasyonel olarak ispatlanabilir, deney ve gözlemle dogrulanabilir olmadiklari için bilimsel anlayisla bagdasmaz duruma düstü. Sonuçta inanci da boslanan insan, artik mekanik yasalarin oyuncagi ve evren içinde hiç bir özelligi ve degeri olmayan bir makine konumuna indirildi.

1800'lü yillarin sonunda Bati dünya görüsü degisik türde bilimsel gelismelere sahne oldu. Boltzmann termodinamigin ikinci yasasini kesfetti. Böylece evrenin ezeldenberi isleyen bir makine olmasinin imkansiz oldugu ortaya çikti. Çünkü evren bir isi ölümüne dogru gitmekteydi. Öte yanda kuantum mekanigi ve Einstein'in genel relativite teorisi de evrenin bir baslangici ve bir sonu olabilecegini dogruladi. Evrenin bir baslangici ve bir sonu olabilecegi fikri bir çok bilim adamini yüzyili askin zamandir rahatsiz etmektedir. Çünkü bu gibi fikirler bir yaraticinin oldugunu hatira getirir.

Öte yandan bilim felsefesindeki gelismeler de pozitivizmi yikti. Günümüzün bilim felsefecilerinden Popper evrensel hükümlerin yani bilimsel teorilerin dogrulanmasinin ve ispatlanmasinin imkansiz oldugunu gösterdi. Ona göre bilimin ilerlemesi öne sürülen her yeni teorinin yanlislanabilir olmasina ama yanlislanmamasina baglidir. Popper'in fikirlerine itiraz edenler ise bir teorinin yanlislanamamasi onun dogru oldugunu degil sadece yanlislanamadigini gösterir deyip dogruya ulasmanin imkansiz oldugu sonucuna vardilar. Böylece bilimde pozitivizm ve yanlislamaciligin yaninda pragmatizm, enstrümantalizm, natüralizm gibi daha bir çok "izmli" yaklasimlar ortaya çikti. Yakin zamanda Kuhn yeni bir bilim anlayisini öne sürdü. Çok itirazlar almasina ragmen bir çok çevrenin de destegini görmektedir. Kuhn'a göre bilim objektif olamaz. Bilim belli bir paradigmaya hizmet etmek durumundadir. Paradigmalar zamanla eskiyip gözlemlerle çelisir duruma gelirler. Yeni bir paradigmanin kabulü sikintili bir devrimle gerçeklesir. Kuhn'a göre bilim devrimlerle ilerler.

 

Ilk dönem Müslümanlarinin kafalarinda olusturduklari dünya görüsü ve ona bagli bilim anlayisi, bilimsel gelenegin Avrupa'ya ulasmasindan sonra da devam etti. Hiç bir zaman Avrupa'da oldugu gibi büyük degisikliklere ugramadi. Ancak zaman içinde Müslümanlarin deger sistemleri degisti. Izzetbegoviç[7] Hiristiyanlik dünyasindaki ve Islam alemindeki degismeleri tasvir ederken "Hiristiyanligin Islamlasmasi" ve Islamin Hiristiyanlasmasi" tabirlerini yerinde kullanmistir. Gerçekten o dönemde Hiristiyanligin o eski uzlasmaz tutumunu birakip insanin ruhsal ve manevi degerleri yaninda maddi ve dünyevi degerlerini de bir derece kabule yanastigini görüyoruz. Halbuki Islam aleminde manevi degerler baskin olmaya baslamistir. Tasavvuf ve mistisizmin daha ön plana çiktigi Islam düsüncesi tarihinde açikça görülür. Seyyid Hüseyin Nasr'in[8] ifadesiyle Islam alimleri o dönemde dünya görüsünde dengeyi bulduklarini saniyor ve kozmoz içinde tabiatla uyumlu bir hayati tasvir etmeye çalisiyordu.

Modern bilim ve teknolojinin ürünü olarak ortaya çikan Bati dünya görüsü ile Islam dünya görüsü karsilastirilinca daha önce sözünü ettigimiz taban tabana zitlik bugün de karsimiza çikmaktadir. Bu karsilastirma en veciz ifadesini Bediuzzaman'da bulmustur. Bediuzzaman'in ifadesiyle "Amma hikmet-i felsefe ise hayat-i ictimaiyyede nokta-i istinadi kuvvet kabul eder, hedefi menfaat bilir, düstur-u hayati cidal tanir, cemaatlerin rabitasini unsuriyet, menfi milliyet tutar, semerati ise hevesat-i nefsaniyeyi tatmin ve hacat-i beseriyeyi tezyiddir. Halbuki kuvvetin se'ni tecavüzdür, menfaatin se'ni her arzuya kafi gelmediginden üstünde bogusmaktir, düstur-u cidalin se'ni çarpismaktir, unsuriyetin se'ni baskasini yutmakla beslenmek oldugundan tecavüzdür. Iste bu hikmettendir ki beserin saadeti selb olmustur. Amma hikmet-i Kur'aniye ise nokta-i istinadi, kuvvete bedel hakki kabul eder, gayede menfaate bedel fazilet ve riza-i ilahiyi kabul eder, hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teavunu esas tutar. Cemaatlerin rabitalarinda unsuriyet, milliyet yerine rabita-i dini ve sinifi ve vatani kabul eder, gayati, hevesat-i nefsaniyenin tecavüzatina sed çekip ruhu maaliyata tesvik ve hissiyat-i ulviyyesini tatmin eder ve insani kemalat-i insaniyeye sevkedip insan eder. Hakkin se'ni ittifaktir, faziletin se'ni tesanüddür, düstur-u teavunun se'ni birbirinin imdadina yetismektir, dinin se'ni uhuvvettir, incizaptir, nefsi gemlemekle baglamak ruhu kemalata kamçilamakla serbest birakmanin se'ni saadet-i dareyndir.[9]" [ "Amma, felsefe bilgisi ise toplumsal hayatta kuvveti dayanak noktasi kabul eder, hedefi menfaat bilir, hayatin kaidesini mücadele olarak tanir, toplumlarin birlikteligini irkçilik ve olumsuz milliyetçilikte görür, sagladigi fayda ise nefsin heveslerini tatmin ve insanin ihtiyaçlarini artirmaktir. Halbuki, kuvvetin neticesi tecavüzdür, menfaatin neticesi her arzu tatmin olmadigindan üzerinde bogusmaktir, mücadele kaidesinin neticesi çarpismaktir, irkçiligin neticesi baskasini yutmakla beslenmek oldugundan tecavüzdür. Iste bu sebeple insanligin saadeti ortadan kalkmistir. Amma Kur'ani bilginin dayanak noktasi kuvvete karsi hakki kabul eder, amaçta menfaate karsi erdem ve Allah rizasini kabul eder, hayat kaidesi olarak mücadeleyi degil dayanismayi esas tutar. Toplumlarin birlikteliginde irkçilik, milliyet yerine din, sinif ve vatan bagini kabul eder, gayeleri, nefsin heveslerinin tecavüzüne set çekip ruhu derin bilgilere tesvik ve yüce hislerini tatmin eder ve insani mükemmel insan olmaya sevkedip insan eder. Hakkin neticesi ittifaktir, erdemin neticesi yardimlasmadir, dayanisma kaidesinin neticesi birbirinin imdadina yetismektir, dinin neticesi kardesliktir, cezbedilmedir, nefsi gemlemekle baglamak ruhu mükemmellige kamçilamakla serbest birakmanin neticesi her iki dünya saadetidir."]

Maalesef yakin dönemde Islam dünya görüsünün, yukaridaki degerler sisteminin etkisiz kaldigini görüyoruz. Bunun sebebi olarak Islam aleminin bilim ve teknolojiyi ihmal etmesi, böylece maddi gücün Batililara geçmesi, Müslümanlarin yozlasmasi, Batidaki gelismelerin sonuçlarinin tahmin edilememis olmasi günümüzün baslica tartisma konulari içindedir. Onsekizinci yüzyildan itibaren Batili dünya görüsünden kaynaklanan emperyalist emellerden Islam alemi de etkilenmeye basladi. Böylece, Islam alemi bilim ve teknolojideki ihmalinin bedelini ödemekle karsi karsiya kaldi.

Içine düstükleri bu problemden kurtulma yollarini arayan bir çok Islam düsünürü çikti. Ama, Islam dünya görüsünde yenilik arayan düsünürlerin önerdikleri çözümlerde anlasmazliklar vardir. Bilim ve teknolojiyi bütün bütün reddedenler oldugu kadar, çagdas bilim ve teknolojiye ulasabilmek için kendi kültür degerlerini feda etmeyi uygun görenler de bulunur. Bu tartismalar günümüzde halen sürmektedir. Bu tartismalarin birçoklarinda farkina varilmayan önemli bir problem mevcuttur. Bu da bilimsel bilgi, bilim anlayisi, dünya görüsü gibi kavramlarin birbirine karistirilmasidir. Bu nedenle böyle tartismalar bazan ya yanlis bir sonuca ulasir veya anlamsiz bir kavgadan öteye geçemez.

Oysa, bu kavramlarin tamamiyle farkinda olan Bediuzzaman'in "Aklin nuru fünun-u medeniyedir, vicdanin ziyasi ulum-u diniyedir, ikisinin imtizaciyla hakikat tecelli eder, iftirak ettikleri vakit birinden taassup, digerinden hile ve süphe tevellüd eder."[10] ["Aklin nuru medeniyetin fenleridir, vicdanin isigi din ilimleridir, ikisinin uyusmasiyla hakikat ortaya çikar, ayrildiklari vakit birinden taassup digerinden hile ve süphe dogar"] sözünde açikça ifade edildigi gibi din adina bilimi reddetmek hiç de uygun degildir. Çünkü Islam dünya görüsünün temeli imandir. Bilgisiz iman Kur'an'da istenen iman degildir. Tutarli bir dünya görüsüne, saglam bir imana ulasmak mevcut bilgilerin mantikli ve tutarli yorumuyla mümkündür. Ancak bundan sonra bir kimse, on asirdan bu yana detaylari ihmal edilmis Islam dünya görüsünün günümüzün bilgileriyle daha canli, daha anlamli, daha tutarli oldugunu, gerçek anlamda anlamsizligin, tutarsizligin tanritanimaz Batili bilim anlayisinda ve dünya görüsünde oldugunu görebilir.


Kaynaklar

[1]
Alpaslan Açikgenç, Bilgi Felsefesi, Insan Yayinlari,Istanbul 1992, s. 32
[2]
Paul Feyerabend, Bilim Kilisesi, çev. Cevdet Cerit, Pinar Yayinlari, Istanbul 1991, s. 107
[3]
Cemal Yildirim, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi,I stanbul 1992, s. 20
[4]
a.g.e., s. 58
[5]
a.g.e., s. 59
[6]
M. M. Sheriff, Islam Düsüncesi Tarihi,(özgün adi, History of Muslim Philosophy), Insan Yayinlari, Istanbul 1990.
[7]
Ali Izzetbegoviç, Dogu ve Bati Arasinda Islam, çev. Salih Saban, Nehir Yayinlari, Istanbul 1992.
[8]
Seyyid Hosein Nasr, Islam ve Ilim, çev. Ilhan Kutluer, Insan Yayinlari, Istanbul 1989.
[9]
Bediuzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Nesriyat, Almanya 1994, s. 122
[10]
Bediuzzaman Said Nursi, Münazarat, Yeni Asya Nesriyat, Istanbul 1991, s. 127

©1996 anadolu
This article can be reproduced provided that full credit is given to anadolu
Bu yazi anadolu'ya atif yapilmak kaydiyla kopyalanabilir.

For your comments / Yorumlariniz için anadolu@wakeup.org
Please reference the article title, volume, and number
Lütfen yazi basligi, cilt ve numarayi belirtin