[anadolu home] [contents] [by authors] [by category] [subscription]
Volume 4, No 3, Fall 1994 [back]

Kimin Saatine Kosuyoruz

Tanju Çataltepe

Koltuguma yerlesir yerlesmez öbür siradaki yolcu soruyor "Ne zaman varacagiz?" Saatime bakiyorum, 4:30. "Herhalde 11 civarinda," diyorum. Anlamiyor, "sabah namazindan önce mi sonra mi?" diyor. Ben bir düsünüp, "yatsidan sonra galiba," diyorum. Hareket ettikten sonra ikindi günesi ensemizi pisirdikçe "ikindi"nin "4:30"dan daha anlamli oldugunu düsünüyorum.

Antropolog Lewis Mumford, Bati medeniyetinin belirleyici makinasi buhar makinasi degil, mekanik saattir diyor. Yetisme çagimiz boyunca "medeni" olmanin dakik olmak demek oldugu hatirlatilan bizler için pek sasirtici bir tesbit degil. "Zamanin üretilmesi" ifadesi standartlar enstitülerinin sik sik kullandigi bir deyim. Zaman eskiden oldugu gibi simdi de ancak salinimlar sayilarak belirleniyor. Lakin, çiplak gözün vakif olabilecegi ayin ve günesin salinimlari degil, yetkin araçlara sahip olan kurumlarin Sezyum atomunun elektronlarinin kuantum salinimlarini saymalari zaman birimi tesbit ediyor.

Uzun süre sehirlerde medeniyete olan göbekbagi "saat kulesi" ile temsil edilmis. Merkezi bir sekilde üretilen zamanin dagitimi simdi radyolar ve uydular araciligi ile dünyanin her kösesine ulasiyor. Artik sadece medeni ve verimli vatandaslarin degil, iletisim ve elektrik dagitim sebekelerinin, "zeki" bombalarin, bilgisayarlarin da ortak bir noktadan belirlenen zamana ihtiyaçlari var.

Zaman üretim ve dagitiminin merkezi ve "hassas" hale gelmesi kapitalist gelismeyle atbasi gitmis. Isin ilginç tarafi insanlari dünyevi mesgalelerine daha da siki baglayan mekanik saat ilk olarak manastirlarda düzenli olarak kullanilmaya baslamis. Daha sonra saat kulesi "medeniyetin" isareti olarak sehirleri süslemis. Bizde de pan-Islamci diye bilinen II. Abdülhamid vilayet merkezlerine Avrupai okullarla birlikte saat kuleleri yaptirmis (her ne kadar o saatler yine de aksam namazi vaktinde 12'yi göstermek zorunda olsalar bile.)

Bizim medeniyetimizin isaretleri olan minareler de zamani bildiriyorlar, ama farkli bir zamani. Ahmet Hasim, "Müslüman Saati" isimli yazisinda bu farkin önemini yakalamis. Söyle diyor:

"... Yeni saat, müslüman aksaminin hüzünlü ve sasaali dakikasini [saat 12 -TÇ] dagittigi gibi, yirmi dört saatlik yabanci "gün"ün getirdigi geçim sekli de bizi fecir âleminden uzak birakti. Baska memleketlerde fecri yalniz kirdan sehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle iztirap çekenlerin siskin kapaklar içinden bakan kirmizi ve perisan gözleri tanir. Bu zavallilar için fecrin pariltilari, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanli ilmegini aydinlatan bir isiktir. Halbuki fecir saati, müslüman için rüyasiz bir uykunun sonu ve yikanma, ibadet, nes'e ve ümidin baslangicidir. Müslüman yüzü, kus sesleri ve çiçek kokulari gibi fecrin en güzel tecellilerindendir. [...] Simdi heyhat, eski "saat"le beraber aksam da fecir de bitti. Birçoklarimiz için fecir artik gecedir. Ve birçoklarimizi günes, yeni ve acayip bir uykunun ateslerinden, eller kilitli, agiz çarpiklasmis, bacaklar bozuk çarsaflara dolasmis, kivranirken buluyor. Artik geç uyaniyoruz. Çünkü hayatimiza sokulan yeni ve fena günün esiginde çömelmis, kin, arzu, hirs ve haset sürülerinin bizi ates saçan gözlerle bekledigini biliyoruz. Artik fecri yalniz kümeslerimizdeki dargin ve magrur horozlara biraktik. Simdi müslüman evindeki saat, baska bir alemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu sasiranlar gibi biz simdi zaman içinde kaybolmus kimseleriz."

Hasim bunlari 1920'lerde bir Istanbullu olarak yazmis. Müezzinin isaretledigi kutsal zaman günesten kaynaklaniyor ve yerel, böylece üretici/tüketici ayirimina yabanci. Üstelik dogrudan gözleyebildigimiz diger canlilarla paylasilan bir zaman belirleyicisini kullanarak dünyevilik/uhrevilik ikilemini kutsalin lehinde asmis oluyor.

Bugün ise "zaman ekonomisinin" çemberine almadigi köse kalmadi. Modern dünyanin kurdugu tüm üretim/tüketim iliskilerinde oldugu gibi, zaman disimizda, kurumlasmis bir sekilde üretiliyor ve tükettikçe sahip olamadigimiz, hep biraz daha fazlasina ihtiyaç duydugumuz bir meta haline geliyor. Bu üretilen zamanin tüketicileri olarak saatin hareketlerinin bizim haricimizde varolan bir "gerçegin" pesinde tikladiklarini kaniksiyoruz.

Bu zaman ekonomisinin disina çikmak mümkün gibi gözükmüyor. Otobüste bana vakit soran yol arkadasimin annesinin refakatinde evine dönen bir akil hastasi oldugunu gözönüne alinca, saatin tahakkümünde kurtulmak için "deli" mi olmak gerekiyor demeliyiz?

Belki de --umuyorum-- bu gereginden fazla karamsar bir tablo. Günlük hayatimiz içinde, baska tüketim eylemlerimizde oldugu gibi, bosluklari yakalamaya, planlari saptirmaya, yontmaya çalisiyoruz. "Dogululugumuzun" tescili olarak gösterilen randevulara geç kalisimiz, is yerlerindeki süresi belirsiz çay ziyaretlerimiz gizli birer bireysel isyan ve direnis eylemleri olarak görülebilirler.

Bu direnis yalnizca bireysel seviyede degil: Minarelerden kendi zamanina göre yükselen ezan sesleri baska bir medeniyetin henüz teslim olmadigini gösteriyor. Ama denilebilir ki, kaç müezzin günese bakarak saati biliyor, kaç müezzin saate bakarak günesi biliyor? Lakin, "hile" ve uzlasma ile açik tutulan bu kapi bir gün "Çagdas baskici medeniyetin" kalesinden "özgürlükçü bir medeniyete" geçise vesile olabilir.


©1994 anadolu
This article can be reproduced provided that full credit is given to anadolu
Bu yazi anadolu'ya atif yapilmak kaydiyla kopyalanabilir.

For your comments / Yorumlariniz için anadolu@wakeup.org
Please reference the article title, volume, and number
Lütfen yazi basligi, cilt ve numarayi belirtin