[anadolu home] [contents] [by authors] [by category] [subscription]
Volume 1, No 2, Spring 1991 [back]

Bilim ve Ötesi

Soner Yamen

Bilimin ne oldugu, nelere cevap aradigi, neleri disladigi sorusuna cevap vermeden bilimi sorgulamak, ya da baska alanlarla olan iliskisini ortaya koymaya çalismak verimsiz bir yol. Unutmamak lazim ki, bugünkü bilimsel gelismeler, bilimin kendisini sinirlamasi, sonu gelmez felsefe tartismalarindan siyrilmasi sonucu olmustur. Bunun aksine davranmak, kisa vadede yiginlari kendi istediginiz yönde etkilese de uzun vadede bilimin kendisine zarar verir.

Modern bilimsel düsüncenin gelisiminden önce, var olan iki temel anlayisi, Eski Yunan düsüncesi ve Hind mistisizmi seklinde siniflamak -- kabaca -- yanlis olmaz sanirim. Bugünkü bilimsel düsüncenin babasi olan Eski Yunan düsüncesi, insan akli üzerine kurulmus ama sinirlarini tesbit etmedigi, kendisini belli bir uzayla sinirlamadigi için, sonu gelmez felsefe tartismalarindan öteye pek gidememistir. Klasik örnek olarak verilen "Aristo'nun atin dislerinin sayisini bulmak için atin agzini açip bakmak yerine düsünmeyi tercih etmesi," bence Aristo'nun atin agzini açip dislerini saymayi akil edememesinden degil de, kendisini sadece gözleri, kulaklari ve diger duyu organlariyla bilgi alabilecegi bir uzayla sinirlamak istememesindendi. Yoksa deneysel metodlar, keyfiyet [nitelik] olarak ilk insandan beri vardir. Görünüsünden hoslandiginiz bir agaç kökünün tadina baktiginizda, ilk deneyinizi yapmissiniz demektir. Avlanirken rüzgari karsiniza aldiginizda da deney sonucunu hayatinizi kolaylastirmak için uyguluyorsunuzdur.

Felsefenin sinirlarini, ölçülebilen, hakkinda bes duyu organimiz ve yardimci aletler vasitasiyla bilgi alabildigimiz uzayla belirleyince, Bati dünyasi kendisine "sihirli güçler" de saglayan, biraz da sirli bir dünyanin kapisini açmis oldu. Artik elektrigin "gerçekten" ne oldugu o kadar da önemli degildi. Öz bilgisinden, çevre bilgisinin sagladigi pratik yararlar sebebiyle fedakarlik yapilabilirdi. Zaten o zamana kadar esyanin özü hakkindaki tartismalardan elle tutulur bir fayda da saglanmamisti.

Yukarida sinirlari çizilen, kisiden kisiye -- zekâsi elverdigi ölçüde -- kolayca aktarilabilen çevre bilgisi yada malümat üzerine kurulmus pozitif bilimlerin, ahlâkî normlar koymak, insanlar için güzeli, dogru davranisi, veya erdemi tesbit etmek gibi bir iddiasi yoktur. Ama insanlar için hayati kolaylastirabilir, dogayi insanin kullanimina daha fazla sunar. Insan elde ettigi çevre bilgisini kullanarak esyaya daha fazla hükmeder -- ya da daha fazla esyanin hükümranlik sahasina girer; artik onlarsiz hiç mi hiç yapamaz.

Eskilerin "hikmet" dedigi, simdilerde "öz bilgisi" seklinde tarif edebilecegimiz ikinci kisim bilgi üzerine kurulmus "mistisizm" ise, esya hakkindaki malümati küçümsemistir. [Belki de "kafasina düsen Hindistan cevizinin" neden düstügünü düsünmek için hiç firsati olmamis.] Çevresindeki olaylarin özünü, hayatin amacini anlamaya çalismaktan, belki çevrelerindeki maddî dünyadan nasil yararlanabileceklerini düsünmeye firsatlari olmamis, yada kendi içlerinde bulduklari huzur, onlari bu tür bir çabadan alikoymus. Bu arada öz bilgisinin çevre bilgisinden farkli olarak, kisiden kisiye aktarilamayacagini, herkesin iyi kötü kendi öz bilgisini elde etmek zorunda oldugunu da söylemeden geçmeyelim. Gerçekte Hind mistisizminden ayri olan ama benzer özellikleri de bulunan tasavvufta, "bu is anlatilmaz, yasanir" ilkesinin oldugunu gözden irak tutmayalim.

Sahibine korkunç maddî güçler saglayan pozitif bilim, bu gücünü nerelerde kullanmasi gerektigi hakkinda hiç bir ipucu vermezken, huzuru kendi içinde bulmus, muamelata [çevre iliskileri] sirtini dönmüs Hind fakiri de elde ettigi hikmetle [öz bilgisi] ne yapmasi gerektiginin ip uçlarini alsa da, bunu yapacak maddî güçten mahrumdur. [Hatta karnini doyurmaktan bile.] Bu baglamda, günümüz biliminin en uçlarinda çalisan bir bilim adami, hikmet ve sonuçta elde edecegi iç huzur açisindan, çok zavalli bir konumda olabilir. Ya da tam tersi...Yani, iç huzuru bulmus birisi çok sefil maddi sartlarda yasamak durumunda olabilir.

Islâm ögretisi içinde, hikmete de çevre bilgisine de yer vardir. Gerçekte çevre bilgisi insana ilk defa esyanin isminin ögretilmesi seklinde verilmis, bu özelligiyle insan meleklere bir üstünlük kazanmistir. Islâmi anlayis içinde tüm evren insanlarin kullanimlari içindir. Israf etmeden, bu kaynaklardan en iyi sekilde faydalanmak gerekir. Bu da ancak hikmet ve çevre bilgisinin birlikte bulunmasi ile mümkündür. [Tasavvufta akil ve kalb, iki kanat gibi kabul edilir.] Hind mistisizminin "terk-i dünya" anlayisi da, bati düsüncesinin kendisini ölçülebilen bir uzayla sinirlamasi da Islâmi düsünce açisindan asiriliktir. Tasavvuftaki dis görünüsün Hind mistisizmini hatirlatmasi, bazen dervislerin ölçüyü kaçirmalarindan, bazen de yüzeysel bakis açisinin kaçinilmaz olarak hataya düsmesindendir. Islâm ögretisinin pozitif bilimle çatismasi ise, ögretinin uzayi ile pozitif bilimin uzayinin farkli farkli olmasi sebebiyle mümkün degildir. Islâmi ögretinin sahip oldugu normlar, ancak baska dogmalarla çatisir.

Islâmi ögretiyi, kaynagindan ögrenen ve en iyi yasayan sahabeler [yani peygamberimizin sohbetine katilmis müslümanlar] ve onlari takibeden nesillerdir. Islâm dünyasinin yildiz isimlerinin de çogunlukla bu dönemde yetismis olmasi, meselenin ögretide degil, onu yasamayan, devrimci ruhunu yitirmis insanlarda oldugunu gösteriyor. Ögretiye seklî bir bagliliktan öteye gitmeyen, anlamadigi her yeniligi reddeden anlayisin degismesi, yeni bastan düzenlenmesi gereklidir. Islâmin degil, müslümanlarin reforme olmaya, ögretilerini yeni bastan, kaynagindan ögrenmeye ihtiyaçlari vardir.

"Her düsüs ve hezimet, insanin iç düzeninin, ruhî ahenginin bozulmasiyla baslar ve dönüp kendini bulacagi, duygulariyla dirilecegi güne kadar da devam eder. Kendi iç dünyalarinda yikilmis ferdlerin, evvela ailede, sonra da cemiyetin her kesiminde, pesipesine sökün edip gelen bilumum bozulup dagilmalarda, etrafi cürümlerle karalayip kendilerini mes'ul görmemeleri ise, ictimai [toplumsal] problemleri bütün bütün içinden çikilmaz hale getirmistir."[Abdulfettah Sahin, "Gevseyen Gerilim"]


©1991 anadolu
This article can be reproduced provided that full credit is given to anadolu
Bu yazi anadolu'ya atif yapilmak kaydiyla kopyalanabilir.

For your comments / Yorumlariniz için anadolu@wakeup.org
Please reference the article title, volume, and number
Lütfen yazi basligi, cilt ve numarayi belirtin